18 Aralık 2018 Salı

İYİ HUYLU PROSTAT BÜYÜMESİNDE “PLAZMA KİNETİK” YÖNTEMİ…


Çoğunlukla 50'li yaşlardan sonra belirti vermeye başlayan iyi huylu prostat büyümesi yaşam kalitesini olumsuz etkileyebiliyor. Pekiyi iyi huylu prostat büyümesinin tedavi planlaması nasıl yapılmalı? Konu ile ilgili Üroloji Uzmanı Op. Dr. Ahmet Abbas önemli bilgiler verdi.

İyi huylu prostat büyümesinin belirtilerine değine Abbas,”İyi huylu prostat büyümesi kural olmamakla birlikte çoğunlukla 50'li yaşlardan sonra belirti vermeye başlar. Temel bozukluk idrar kanalının daralmasıdır. Buna bağlı olarak sık idrara çıkma, gece idrara kalkma, idrarın ince akması, idrar yaparken zorlanma gibi bulgular ortaya çıkar. Bu durum kişinin hayat kalitesini ve konforunu bozar. Bu nedenle prostat büyümesinin tedavi edilmesi gerekir.” dedi.
Önce medikal tedavi, fayda sağlanamazsa cerrahi…
Prostat büyümesi tedavilerine değinen Op. Dr. Ahmet Abbas,”Prostat büyümesinin tedavisi genellikle ilaçla başlar. Ancak ilaç tedavisinden fayda sağlanamazsa cerrahi tedaviler devreye girer. Günümüzde uygulanan cerrahi tedavi yöntemleri açık ve kapalı ameliyatlar olarak sıralanabilir. Açık ameliyatlar sadece çok büyük prostatlarda yapılır, ancak enfeksiyon gibi riskler taşıdığı için pek sık uygulanmamaktadır. Şu an için prostat büyümelerinde altın standart tedavi yöntemi TUR adı verilen kapalı ameliyatlardır. Bu ameliyatlarda idrar kanalından girilerek büyümüş prostat dokusu, bir enerji kaynağı kullanılarak özel birtakım aletler yardımıyla küçük parçalar halinde kesilerek dışarı çıkarılır. Kullanılan enerji kaynakları monopolar veya bipolar olarak adlandırılır. Klasik TUR yönteminde monopolar enerji kaynağı kullanılır. Bu enerji kaynağı hastanın vücudundan elektrik akımı geçmesini gerektiren bir yöntemdir. Günümüzde giderek yaygın kullanım alanı bulan Plazma Kinetik sisteminde ise kullanılan enerji kaynağı bipolardır. Bipolar yöntemin klasik monopolar yönteme göre oldukça önemli avantajları vardır. En önemli avantajı hastanın vücudundan elektrik akımı geçmemesidir. Bu ise örneğin kalp pili olan hastalarda dahi, pilin elektrik akımından etkilenmesi gibi önemli bir sorunla karşılaşmadan güvenle kullanılmasını sağlamaktadır. Bir diğer avantajı, görüntü sağlamak amacıyla kullanılan sıvıların niteliğidir. Şöyle ki klasik TUR yönteminde kullanılan bu tür sıvılara bağlı olarak bazen ölümcül olabilen TUR sendromu ( su zehirlenmesi ) adı verilen bir hastalık gelişebilir. Bu durum kullanılan sıvının vücuda geçerek sodyum miktarını düşürmesine bağlı olarak gelişir. Oysa Plazma Kinetik yönteminde aynı amaçla kullanılan sıvı serum fizyolojiktir. Bu sıvı vücuda geçse bile TUR sendromuna neden olmaz.” şeklinde konuştu.
Plazma Kinetik yönteminin avantajları.
Plazma Kinetik yönteminin avantajlarına değinen üroloji uzmanı,” Plazma Kinetik yönteminde prostat daha hızlı kesildiğinden ameliyat süresi kısadır. Kanama miktarı diğer yönteme göre daha azdır. Görüntü daha nettir. Hastanede kalma süresi daha kısadır. İdrar sondası daha kısa zamanda alınır. Darlık gelişme ihtimali son derece düşüktür. Ameliyat sonrası iyileşme süresi daha kısa sürerAyrıca Plazma Kinetik yöntemi ile mesane kanserlerinin de ameliyatları, aynı şekilde yapılabilmektedir." ifadelerini kullandı.

7 Aralık 2018 Cuma

MAKAT ÇATLAĞINA “BOTOKS”…


Ülkemizde ve dünyada en sık görülen rahatsızlıklar arasında yer alan ‘Makat Çatlağı’ yaşam kalitesi olumsuz etkiliyor. Uzmanlar ise kış mevsiminde bu hastaların şikayetlerinin arttığına vurgu yapıyor. Yüz gençleştirmede kullanılan Botoks yöntemi ise son yıllarda ‘Makat Çatlağı’ tedavilerinde de uygulanmaya başladı.


Dünyada en sık görülen rahatsızlıklar arasında yer alan anal fissür yani halk dili ile makat çatlağı yaşam kalitesini olumsuz etkileyen bir rahatsızlık. ‘Utandıran hastalık’ olarak nitelendirilen ve hastaların geç doktora başvurmasına neden olan rahatsızlık kış mevsiminde daha çok sorun yaratıyor. Kabızlığın daha sık görülmesi nedeniyle bu dönemde şikayetlerin arttığını ifade eden uzmanlar tedavisinde ise öncelikle hareketli yaşam, liften zengin beslenme ve bol su tüketimini öneriyor. Sık tekrarlayan durumlarda ise diyet ve ilaç tedavilerine cevap alınamayan hastalarda yüz gençleştirmede, kırışık gidermede kullanılan botoks yöntemi anal fissür tedavisinde de kullanılıyor.

Konu ile ilgili bilgi veren Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Fatih Kar, "İnsanda makat bölgesi çok fazla sinir ucu içerdiğinden dolayı oldukça hassastır. Genellikle kabızlık nedeni ile zorlu dışkılamalar sonrasında gelişir. Makatta çatlak ya da tıbbi adı ile anal fissür dünyada yaygın olarak görülen rahatsızlıklar arasında ilk sıralarda geliyor. Hastalar dışkılarken şiddetli ağrı duyuyor. Sanki küçük cam parçaları çıkarıyormuş gibi hissettiklerini ifade ediyorlar. Ancak asıl ağrı dışkılamanın bitiminde ortaya çıkıyor ve saatlerce sürebiliyor. Bu ağrılar kişiyi günlük yaşamından alıkoyacak kadar şiddetli olabiliyor. Hastalar utandıkları için doktora gitmek istemiyor ancak iş ilerleyip de içinden çıkılmaz hal alınca mecburen gidiyorlar." dedi.
Beslenmenize dikkat edin, spor yapın ve bol su için.
Anal fissür tedavilerine değinen Op. Dr. Fatih Kar, "Tedavide en önemli kısım diyet. Hareketli bir yaşam bağırsak hareketlerini artırdığı için spor ya da yürüyüşler önem teşkil ediyor. Sıvı alımı ve bol su tüketimi de tedavinin olmazsa olmazları arasında. Kişi diyet ve egzersizle fayda görmezse bu sefer medikal tedavi devreye giriyor. Medikal tedavilerde sorunlu bölgenin bir doktor tarafından değerlendirilmesini öneriyoruz. Doktor tavsiyesi ile olmak şartı ile kremler öncelikli olarak uygulanabiliyor. Bunun da çözüm olmaması durumunda eskiden hastalar cerrahiye yönlendiriliyordu. Ancak günümüzde yüz gençleştirmede kullanılan botoks uygulaması makat çatlağında da uygulanmaya başlandı. Botoksla çözüm bulunamaması durumunda ameliyat en son seçenek olarak düşünülüyor." şeklinde konuştu.


Botoksla tedavinin ayrıntılarını anlatan Kar, "Ameliyathane ortamı gerektirmeyen botoks işlemi 4-6 ay süre ile iç makat kasında geçici felç oluşturuyor ve bu dönemde makatta oluşan gevşeme ile dışkı daha rahat geçiş sağlıyor. Bu sayede makat çatlağı ya da yırtığı vücut tarafından iyileştirilebiliyor. Bu sürenin sonunda hasta diyetine dikkat ettiğinde botoks enjeksiyonunu tekrarlamaya gerek duyulmuyor ancak değişik çalışmalarda botoks tedavisi sonrasında zaman içinde yüzde 0 ila 42 oranında nüks ettiği belirtilmiş." ifadelerini kullandı.
Tekrarlamaması için dikkat edilecekler!
Tekrarı önlemek için dikkat edilmesi gerekenlere de değinen Op. Dr. Fatih Kar, "Kabız olmamak için düzenli sağlıklı besinler tüketilmeli (sebze, meyve ve özellikle baklagiller) ve bol su (günde en az 8-10 bardak) içilmeli. Bunlara ek olarak yapılacak düzenli spor aktiviteleri (örneğin yürüyüş) önerilebilir. Kahve ve alkol tüketimi azaltılmalıdır. Bu önlemlerle dışkılama alışkanlığı düzenlenebilir. Diyete dikkat edilmediği takdirde makat çatlağının yüzde 30-70 oranında tekrarladığı biliniyor.” diye konuştu.

6 Aralık 2018 Perşembe

PROF. DR. YUSUF KALKO: ”İNMEDE 1 HAFTALIK KRİTİK SÜRECE DİKKAT!”



Çağımızın vebası damar sertliğinin olumsuz sonuçlarından biri de şah damarı kaynaklı inmeler. İnme vakalarında bir süredir uygulanan açık cerrahi, felcin üzerinden 1 hafta – 10 gün geçmiş uygun hastalarda olumlu sonuçlar veriyor.


Damar sertliğinin olumsuz sonuçlarından biri olan şah damarı kaynaklı inmeler günden güne artış gösteriyor. Öyle ki veriler ülkemizde her yıl 150 bin kişinin inme geçirdiğini, bunlardan yaklaşık yüzde 70’ini şah damarı kaynaklı inmeleri oluşturduğunu belirtiyor. Uzmanlar ise şah damarı kaynaklı inmelerde ilk 6 saatlik kritik sürecin hayati öneme sahip olduğunun altını çiziyor. Ancak geç kalındığı zannedilen vakalarda da durum tamamen çaresiz değil. Prof. Dr. Yusuf Kalko’nun geliştirdiği “İnme Cerrahisi” yöntemi ile 1 hafta 10 güne kadarki uygun vakalarda açık ameliyatla felçler döndürülebiliyor. Konu ile ilgili bilgi veren Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko,’’Tıp literatüründe, şah damarı tıkanıklığı nedeniyle felç geçirmiş hastalara 6’ncı saatten sonra müdahale yapılmasının kayda değer yarar sağlamayacağına dair yerleşik kanı, artık değişti. Uyguladığımız inme cerrahisi yöntemiyle hastalarda 10’uncu güne kadar başarı sağlanabiliyor; değişik derecelerde inme geçirmiş hastaları yeniden yaşama bağlayabiliyoruz. Bu başarı; hastanın genel durumuna göre bazen konuşma yetisinin geri gelmesi bile söz konusu olabilirken, bazen hastalarımızın ayağa kalkmasını bile sağlayabiliyoruz. Sonuç ne olursa olsun, her halükarda hastalarımızın hayatına olumlu katkı sağlıyoruz’’ dedi.
“Yüzde 100 tıkalı damar da açılabiliyor, 100 yaşındaki hasta da ameliyat olabiliyor.”

Damar tıkanıklığı ameliyatlarında yaşın öneminin olmadığını dile getiren Prof. Dr. Kalko, sadece lokal anestezi ile her türlü damar ameliyatını yapabildiklerini belirtti ve en yaşlı hastalarının 103 yaşında olduğunu söyledi. Lokal anestezi ve minimal invaziv damar cerrahisi tekniği ile gerçekleşen ‘İnme cerrahisi operasyonu’, ileri yaş ve ilave kronik rahatsızlığı olan hastalara da uygulanabiliyor. Yöntemle aynı zamanda yüzde 100 tıkalı damarlara da müdahale şansı doğuyor.
Lokal anestezi altında yapılan inme cerrahisi ameliyatları sırasında hastanın bilincinin açık tutulduğunu ve şah damarı kaynaklı felç ile kaybedilen hissiyatın geri gelişini bu şekilde kontrol edebildiklerini belirten Prof. Dr. Yusuf Kalko, “Hastanın maruz kalabileceği riskler lokal anestezi kullanımıyla minimuma indirgeniyor. Bu şekilde genel anestezinin komplikasyonlarından kaçınıyorsunuz. Ameliyat esnasında hastanın şuurunu gözlemliyoruz. Bu da özellikle ileri yaştaki hastalar için büyük önem teşkil ediyor. Çünkü bu durumdaki hastalar sadece damar sorunları ile değil; aynı zamanda şekerden tansiyona, kalpten, akciğer sorunlarına kadar pek çok rahatsızlıkla da mücadele ediyor. Şah damarı ameliyatında hastanın sadece boynunu uyuşturarak yaptığımız bu ameliyat sırasında onlarla sohbet ediyoruz. Bu sohbet onları dinç tutuyor ve şuur kaybını önlüyor. Şuurda ufak da olsa bir bozulma olması durumunda hemen bir kanül yardımıyla beyne kan gönderip hastanın dinç kalmasını sağlıyoruz. Bu esnada damarın içini temizleyip hızlı bir şekilde kapatıyoruz. Operasyon 30-50 dakika arasında tamamlanmış oluyor. Bu ameliyatlar stentin uygun olmadığı hastalarda da avantaj sağlıyor.” şeklinde konuştu.

72 yaşındaki Nebahat Öztürk’ün felci, bir hafta sonra yapılan açık ameliyatla döndü.
Kasım ayında sabaha karşı felç geçiren ve sol kolu ile sol bacağında hareket kaybı meydana gelen 72 yaşındaki Nebahat Öztürk’ün şah damarı kaynaklı felç geçirdiği anlaşıldı. Geçirdiği felçten bir hafta sonra Prof. Dr. Yusuf Kalko tarafından ameliyata alınan Öztürk, dikişleri alınmak üzere geldiği kontrol muayenesinde,” Kendi başıma rahatlıkla yürüyorum merdiven bile çıkabiliyorum.” dedi.
Hastayı değerlendiren Kalko,”Hasta bize gelmeden bir hafta önce felç olmuş. Sol kolu ve sol bacağında güçsüzlük ve konuşma bozukluğu vardı. Tetkiklerde sağ şah damarında kritik bir darlık tespit ettik. Hastayı değerlendirdikten sonra plağın çok yumuşak olduğunu fark ettik ve stente uygun olmadığına karar vererek açık ameliyat kararı aldık. Boynu uyuşturarak lokal anestezi ile yaptığımız ameliyatta küçük kesi ile damarın içini plaklardan temizledik. Hasta şimdi kendi ihtiyaçlarını görebiliyor, yürüyebiliyor. Sol kolunu da yavaş yavaş hareket ettirmeye başladı. Fizik tedavi süreci devam ediyor.” dedi.


24 Kasım 2018 Cumartesi

DR. YAVUZ DİZDAR’IN BEKLENEN KİTABI “VİCDAN HAYAT KURTARIR” ÇIKTI…


Başarılı Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Dr. Yavuz Dizdar’ın merakla beklenen ikinci kitabı “Vicdan Hayat Kurtarır” çıktı. Dizdar,” Bu kitap gençler için bir yaşam kılavuzu niteliği taşıyor. Biz bu yoldan yürüyerek bir çağı döndürmeye çalışıyoruz. Tıkanmış olan çağ sizin sayenizde dönecek.” dedi.


Piliç, yoğurt, süt gerçeğini ortaya çıkaran ve yıllardır gerek kanser gerek sağlık gerekse de beslenme konusunda verdiği demeçlerle adından sıkça söz ettiren İstanbul Üniversitesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Dr. Yavuz Dizdar’ın merakla beklenen yeni kitabı “Vicdan Hayat Kurtarır” raflarda yerini aldı.
Dizdar’ın çocukluğundan bugüne kadar yaşadıkları ve tecrübelerinin yer aldığı kitap bir nehir söyleşisi özelliği taşıyor. Kitabın gençler için bir yaşam kılavuzu niteliği taşıdığına vurgu yapan Yavuz Dizdar,” Yıllardır verdiğimiz mesajlarda biz aslında sadece sağlığa, kansere ve sağlıklı beslenmeye vurgu yapmıyoruz. Bu işin, ikinci aşaması. Asıl önemli olan tıkanmaya yüz tutmuş bir sistem ve çağ var. Biz bu yoldan yürüyerek çağı döndürmeye çalışıyoruz. Tıkanmış olan çağ sizin sayenizde dönecek.” dedi.
Pilicin kanserle ilişkisini anlatmak istediği onkoloji kongresine neden alınmadığını, davalarla geçen beş yılını, kokoreç sayesinde Avrupa Birliğine nasıl ders verdiklerini ve pek çok konuyu samimiyetle anlattığını ifade ettiği “Vicdan Hayat Kurtarır” kitabındaki satırbaşları ise bir hayli dikkat çekici.
İşte ünlü onkoloğun kitabında değindiği satırbaşlarından örnekler.
  • Kızartmayı bırakarak kanserden korunulmaz.
  • Kanser tanısı konulan vakaların büyük bir kısmı kanser değil.
  • Hastalık patlamasının bilinçli olarak yapıldığını düşünüyorum.
  • Doktor öğrendiği her şeyi paraya çevirmeye çalışıyor.
  • 2050’de iki kişiden birinin otistik olması bekleniyor.
  • Patronlar hile hurda bilen adamları işe almak istiyor.
  • Kokoreç Avruğa Birliği’ne atılmış bir goldür…
  • Pilicin kanserle ilişkisini Onkoloji Kongresinde anlatmak istedim. Kabul edilmedi.
Hayy Kitap imzası taşıyan “Vicdan Hayat Kurtarır” kitabında Blog Yazarı ve iletişimci Şükriye Özgül ile Dr. Yavuz Dizdar’ın söyleşisi önümüzdeki dönem epey konuşulacağa benziyor.


Dr. Yavuz Dizdar
1964’te İstanbul’da doğdu. İstanbul Erkek Lisesi’ndeki orta eğitimini 1982’de; İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki eğitimini 1988’de tamamladı. Tıp eğitiminin ardından, o yıllarda Siirt’e bağlı olan Batman’da yaklaşık bir yıl mecburi hizmet yaptı. 1989-1992 yıllarında İstanbul Tıp Fakültesi Farmakoloji Anabilim Dalı’nda ilaç bilimi üzerine, 1992-1996 yıllarında Radyasyon Onkolojisi Anabilim Dalı’nda kanser üzerine uzmanlık eğitimini tamamladı. Bu eğitimlerinin yanı sıra İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü’nde kanser biyolojisi ve immünolojisi doktorası unvanını aldı. Halen aynı enstitüde radyasyon onkolojisi uzmanı olarak çalışmaktadır.
Tıbbi çalışmalarına paralel olarak 1994’ten bu yana Dünya Gazetesi’nde sağlık ekonomisi ve politikası konusunda yazılar yazmaktadır. İstanbul Üniversitesi’ne ve üniversiter eğitime yönelik yazılarının yer aldığı Fakülte dergisi 2008 yılından beri yayın hayatındadır. Derginin bütün sayılarına www.fakultedergisi.com adresinden erişilebilir.
Bireysel çalışmalarının amacı bilimde yeni düşüncenin desteklenmesidir. Faaliyetlerinin bütünü “hakkaniyetli, bağımsız ve sürdürülebilir bir yaşam” başlığı altında özetlenebilir.


Şükriye Özgül
1978 yılında Bulgaristan’ın Okorsh şehrinde doğdu. İlkokulu Bulgaristan’da okudu ardından 1989 yılında zorunlu göçle Türkiye’ye geldi ve ailesi ile birlikte İstanbul’a yerleşti. Ortaokul ve liseyi Avcılar 50. Yıl İnsa Lisesinde okudu ve 1996 yılında mezun oldu. Aynı yıl Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümünde Lisans eğitimine başladı ve 2001 yılında mezun oldu. Üniversitede okuduğu yıllarda yerel televizyonlarda sunuculuk ve muhabirlik yaptı. Ayrıca İHA (İhlas Haber Ajansı) uluslararası haberler servisinde editör olarak görev yaptı. 2007’den bu yana Basın ve Halkla ilişkiler Danışmanı olarak görev yapıyor. 2017 yılında kurduğu Haberuçur bloğunda özel röportaj ve haberlere yer veriyor.


21 Kasım 2018 Çarşamba

SİGARAYI BIRAKMAK İÇİN BİR TARİH BELİRLEYİN!


Sigara akciğer kanseri riskini artıran faktörlerin başında gelmektedir.  Biorezonans Terapisti Neslihan Baykal Yakışan, "Sigarayı bırakmak için tüm yöntemleri deneyin ve asla vazgeçmeyin" diyerek konu hakkında bilgiler verdi. 



Neslihan Baykal Yakışan, "Sigara içen kişilerde meydana gelen akciğer kanser riski, sigaranın bırakılması ile orantılı olarak azalmaktadır. Akciğer kanseri vakalarının 4'ünden 1'i sigara kaynaklı olup bilimadamları ve uzmanlar tarafından kanıtlanmıştır. Sigaranın içinde katran ve nikotin başta olmak üzere 70'den fazla kansere sebep olan kimyasal madde içermektedir. Sigaranın dumanını bile soluduğumuzda tüm bu kimyasallar akciğerimize girerek vücudumuza yayılır. 

Sigara kullanan kişiler ya kanserden ya da farklı sigara kaynaklı hastalıklar nedeniyle yaşamlarını yitirmektedirler. 

Sigara içmek fiziksel ve psikolojik bağımlılık olarak ikiye ayrılmaktadır. İstek ve yoksunluğu ayırt ederek fiziksel mi psikolojik bağımlı mısınız ayırt edebilmelisiniz. Yoksunluk sigaranın kendisine bağlı 72 saat süren belirtilerdir." dedi.

Biorezonans Terapisti Neslihan Baykal Yakışan tavsiyelerde bulundu: "Sigarayı bırakmaya karar verdiyseniz hiçbir engeliniz yok. Yeter ki karar verin ve bir tarih belirleyin.
Hedeflediğiniz tarihten 2 ya da 3 hafta öncesinde nikotini düşük farklı bir markaya geçin.
 Sigara içerken yarısını içerek hedeflediğiniz tarihi ve nedeninizi kendinize hatırlatın. 
Kendinize yeni alışkanlıklar edinin, hobilerinizi ve sevdiğiniz şeyleri yapmaya başlayın. Örneğin puzzle, maket, takı tasarımı, örgü, satranç vb. gibi... 
Spor, yürüyüş, pilates, yoga veya kişisel gelişime yönelik faaliyetler gibi... 

Çay, kahve ve alkollü içecekler yerine bitki çayı, süt ve meyve sularını tercih edin. 
Sigara bırakma sürecinizde yoksunluk hissi ve daha çok sakinliğinizi sağlayacak sarı kantaron çayını tercih edin. 
Çok kuvvetli antioksidan içeren zencefil çayını tüketerek toksin atılımını hem de sigara içme isteğinizi azaltabilirsiniz.
 Sigara bırakma sürecinizde bol bol su içmek hem sigara içme isteğinizi azaltacak hem de toksin atılımını hızlandıracaktır.

Evinizi, arabanızı ve kıyafetlerinizi temizleyerek sigara dumanını hatırlatacak ortamı temizleyin ve dizayn edin.
 Ağız ve diş bakımınızı yaptırın. 
Hamam, sauna ve bol duş almak sizleri rahatlatacaktır. 
Arada sigara içme isteklerinizin olacağını ve bu durumda bu süreci nasıl yöneteceğinizi planlayın ve uygulayın.

Sigara bırakma sürecinizde birincil derece görüştüğünüz herkesten destek isteyin. Motive olmanıza yardımcı olacak plan ve programlar yapın. 
Sigaranın zararlarını tekrar tekrar okuyarak kendinize verdiğiniz zararın farkında olun.


6 Kasım 2018 Salı

DAR PANTOLON KIL DÖNMESİ YAPIYOR…

Uzmanlar uyarıyor! Dar pantolonlar kıl dönmesi sorununu tetikliyor. Batı toplumlarına nazaran Türkiye’de 10 kar daha fazla görülen bu rahatsızlığın tedavisinde ise ameliyatsız yöntemler yüz güldürüyor.


Genç erkeklerde çoğunlukta olmak üzere kadınlarda da görülen kıl dönmesi sorunu yaşam kalitesini olumsuz etkileyen bir rahatsızlık. Uzmanlar Türkiye’de Batı toplumlarına nazaran 10 kat daha fazla görüldüğüne dikkat çekiyor. Hareketsiz yaşam sürenler ve masa başı çalışanların da büyük risk altında olduğunu vurgulayan uzmanlar, psikolojiyi de olumsuz etkileyen bir rahatsızlık olduğunu ifade ediyorlar. Konu ile ilgili Medigold Sultan Hastanesinden Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Fatih Kar bilinmesi gerekenleri aktardı.
Kar,” Halk arasında kıl dönmesi olarak bilinen Pilonidal Sinüs hastalığı 15-35 yaş arası erkekleri etkileyen oldukça yaygın bir rahatsızlıktır. Genel olarak erkeklerde yüzde 1, kadınlarda yüzde 0.1 oranında görülüyor. Türk toplumunda bu oran erkeklerde yaklaşık yüzde 10’lara çıkabiliyor, bu da Batı toplumlarına nazaran 10 kat daha fazla görüldüğünü gösteriyor bize. Özellikle hareketsiz kalan, masa başı çalışan, bilgisayar bağımlısı, uzun saatler araç kullanan, dar kıyafet tercih eden, aşırı kıllı vücuda sahip erkeklerde görülme oranları daha fazla.” dedi.
Kişisel bakım çok önemli.
Pilonidal Sinüs rahatsızlığından korunmak için kişisel bakımın önemine vurgu yapan Op. Dr. Fatih Kar,” Hasta hekime genelde kuyruk sokumu bölgesinde ağrı, şişlik, kanlı akıntı, kaşıntı, popo üzerine oturamama gibi şikayetlerle başvuruyor. Hastalığın temeldeki nedeni ise kuyruk sokumundaki çökük olan kısımda kıllı ve terli oluğa takılıp sürtünmelerle, oluğun en dibindeki ter bezi deliklerinden vida ya da matkap gibi dönerek, cilt altı yağ dokusu içine hissettirmeden girmesi, delikler açması ve bu deliklere giren bakterinin de katkısı ile etrafının iltihaplanmasıdır. Buna bir de aşırı kıllanma ve kişisel temizlik eksikliği de ilave olduğu takdirde kıl dönmesi sorunu kronikleşiyor. Tüm bunlar kokuya ve çamaşırların kirlenmesine de neden olarak bireyin yaşam kalitesini ciddi anlamda olumsuz etkiliyor. Öyle ki bu hastalık nedeniyle çok kez ameliyat olmak zorunda kalan ve psikolojisi bozularak aylarca evden çıkmayan hastalar var.” şeklinde konuştu.
Kristalize Fenol yöntemi başarı oranı yüksek ameliyatsız tedavi yöntemleri arasında.
Kıl dönmesine karşı alınacak önlemlere ve tedavi yöntemlerine değinen Kar,” Kıl dönmesinden korunmak için kişisel hijyene dikkat edilmesi, kuyruk sokumu bölgesindeki tüylerin temizliği, gerekirse bu bölgeye lazer epilasyon yapılarak potansiyel risklerin azaltılması çok önemlidir. Müdahale yapılarak bu hastalığın tedavisi yapılmış hastalarımızda da işlem sonrası lazer epilasyonu ısrarla öneriyoruz. Öte yandan hastalığın tedavilerinden bahsetmek gerekirse ameliyat bu seçenekler arasında ilk sırada yer alıyordu. Ancak son yıllarda geliştirilen pek çok yöntemle ameliyatsız yöntemler de başarılı sonuçlar vermeye başladı. Pilonidal Sinüs de birçok farklı rahatsızlıkta olduğu gibi tedavi planlaması hastalığın seyrine göre ve kişiye özel yapılmaktadır. Yaklaşık 5-6 yıldır Pilonidal Sinüs hastalığı olan kişi için ameliyatı öncelikli tercih olarak düşünmüyoruz.  Eğer çok yeni bir hastalık gelişimi söz konusu ise sadece bilinçlendirerek lazer epilasyon ve hijyenin arttırılması yeterli olabiliyor. Biraz daha derin sinüslerin varlığında kılların temizlenmesi, sinüslerin lokal anesteziyle çıkarılması (mikro sinüsektomi) ya da kristalize fenol uygulaması düşünebiliyoruz. Bunlar ayakta, kısa, ağrısız olarak gerçekleştirilen tedaviler olarak kabul ediliyor. Bunların arasında ‘Kristalize Fenol’ en çok tercih ettiğimiz yöntemler arasında yer alıyor. Her 100 hastadan 85’inde bu teknikle başarı elde edebiliyoruz. Ameliyathane ortamı gerektirmeyen, poliklinik ortamında, uygun bir şekilde yapıldığında başarı şansı çok yüksek olan bir tekniktir. Kuyruk sokumu bölgesine steril ortam sağlanarak lokal anestezi ile bölgeyi uyuşturuyoruz, ardından da sinüslerin tamamını kıllardan ve bölgede oluşan iltihaplı dokudan temizliyoruz. Bu temizlik işlemi sonrası deliklerden hastalıklı bölgenin içine, iri tuz kristallerine ya da naftaline benzeyen görünümde olan kristalize fenolü koyuyoruz. ‘Kristalize Fenol’, yarayı temizleme etkisi ile sinüslerin içlerini tam anlamıyla tıkanan lavaboları açmakta kullandığımız lavabo açıcılar gibi temizliyor ve bir iyileşme-kapanma sürecini başlatıyor. İşlem ağrısız olarak gerçekleştiriliyor, ortalama 10-15 dakika sürüyor ve hastanede yatış gerektirmiyor. Hastalar işlemden sonra normal günlük aktivitelerine devam edebiliyorlar ertesi gün de banyolarını yapabiliyorlar.” ifadelerini kullandı.

5 Kasım 2018 Pazartesi

SAÇ EKİMİ UZMANI SONGÜL ALCI, KAŞ EKİMİNİN İNCELİKLERİNİ ANLATTI…


Güzellik ve estetik düşünüldüğünde kaşlarımızın yüz ifademizde en etkileyici unsur olduğunu biliyoruz. Kaş seyreldiğinde ve yok olduğunda kişinin yüz ifadesinde değişiklikler olduğunu bilmekteyiz. Bu uğurda yaptırdığımız kaş kontörü ve kalıcı makyaj uygulamaları kaşların hızlı bir şekilde ve geri dönüşümsüz dökülmesini sağlamaktadır. Elbette genetik faktörler, travmalar, tıbbi bazı nedenler de kaşların yok olmasına neden olmaktadır. Tıbbi nedenlerle veya yanlış alınma sonucu kaşları azalanlarda, ince kaş yapısı olanlarda ve kaş şeklinden memnun olmayanlarda kaş ekimi yapılabilir.



Kaş, kirpik ve sakal kaybı nedenleri:

-Fiziksel travmalar, kazalar, ısı, kimyevi madde ve elektrik yanıkları, 

-Sistemik ve lokal bazı hastalıklar, dermatolojık nedenler, saç kıran,  

-Trichotillamania (strese bağlı saç, kaş yolma)

-Medikal veya cerrahi tedavi sonuçları olarak ortaya çıkan kayıplar, radyoterapi, kemoterapi uygulanması, bölgeye cerrahi işlemler yapılması,

-Kaşların kozmetik amaçlı olarak şekil vermek amacıyla sık sık çekilmesi kalıcı kaş kayıplarının en çok görülen nedenidir.

Kaş ekimi nasıl gerçekleşir?

Öncelikle yapmanız gereken kaşlarınızın şeklini ve kalınlığını çevrenize de danıştıktan sonra istenilenden biraz daha kalın belirlemenizdir. Dolayısıyla uzun dönemde kendi kaş şeklinizi tekrar verebilirsiniz.

Kaş ekiminde, saç ekimi işleminde olduğu gibi kişinin iki kulak arası ensenin üst bölümü mesafeden saçların tamamı kesilmeden, saçların bir bölümü kısaltılarak saç kökleri mikromotor yardımıyla tek tek alınır, özel işlemden geçirildikten extra inceltilmiş olarak kişinin kaş açıklığı olan alana yerleştirilir. Bu işlem 2-4 saat kadar sürer.

Kaş ekimi lokal anestezi altında yapılır Burada dikkat edilmesi gereken kaşların yönünün uzman ekip tarafından doğru belirlenmesidir. İşlemden sonra hasta 24 saat sonra bu bölge yıkanabilir. Küçük kabuklu görünüm 3-4 gün içerisinde yok olacaktır. Şişlik ve morluk görülmez.

Ensenin üst bölgesinden alınan saç greftleri uzama karakterine sahip olduğu için kaş bölgesinde de uzayacaktır. Yapılması gereken kaşlarınız uzadığında kesmenizdir.


Yazan: Songül Alcı

http://songulalci.com/




31 Ekim 2018 Çarşamba

ÇOCUKLARDA YÜKSEK ATEŞ DURUMUNDA AİLELERİN NE YAPMASI GEREKİR...


Sonbahar ve kış sezonunda çocuklarda görülen gribal enfeksiyon ve beraberinde gelen ateş aileleri tedirgin ediyor. Pekiyi ateşi olan çocuğa ailelerin nasıl müdahale etmesi gerekir? Konu ile ilgili Medigold Sultan Hastanesinden Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Dr. Hakan Karaman bilgi verdi.


“Sonbahar ve kış sezonunda çocuklar hastalıklara daha açık hale gelirler. Grip çocuklarda ateş ve öksürükle seyreder. Ailelerin en çok acil servislere başvuru nedenidir. Grip olan çocukla ilgili ne yapmak ve ne yapmamak gerekir konusunda ailelerin bilmesi gerekenler şunlar.
Öncelikle hastalığı tanımak gerekir. Ateş, burun akıntısı, öksürük, titreme, halsizlik, iştahsızlık gibi belirtilerin takip edilmesi ve bir çocuk hekimine başvurulması gerekir.
Ateş durumunda hemen ateş düşürücü kullanmayın.
Çocuğun ateşi koltuk altından 37.2 derecenin üstündeyse. Ya da kulaktan ölçtüğünüzde 37.8 derecenin üstündeyse, ya da eski usulle popodan ölçtüğünüzde 38 derecenin üstündeyse biz bunu ateş olarak kabul ederiz. Ama ateş var diye hemen ateş düşürücü vermemeniz gerekir. Çocukların ateşini düşürmek için öncelikle ortam ısısına göre çocuğun üzerini rahatlatmak gerekir. Bu yüzden yapacağınız ilk şey çocuğu soymak olmalıdır. Üzerini soyduktan sonra eğer hala ateş durumu devam ederse ıslak bezlerle koltukaltına ve kasıklarına tampon uygulayabilirsiniz.
Ateşi düşürmek için duşta uzun süre tutmak zatürreye neden olabilir.
Ateşi düşürmenin bir diğer yolu da çocuğa ılık duş aldırmaktır. Ancak bunu genelde 39 derecelik ateşlerde öneriyoruz. Burada da dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta var. Uzun süre ve sürekli duş aldırmak çocukta grip enfeksiyonundan sonra bronşit ya da zatürre gibi akciğer enfeksiyonlarının gelişmesine neden olabilir. Bu yüzden kısa süreli ılık duş aldırmaya dikkat etmek gerekiyor. En son alternatif olarak da doktorunuz tavsiye ettiği ateş düşürücüyü kullanmanız önerilir.”

30 Ekim 2018 Salı

VARİS TEDAVİLERİNDE NÜKS ORANI EN DÜŞÜK VE KONFORLU YÖNTEMLER…

Oldukça sık görülen ve tedavi edilmezse ciddi sonuçlar doğuran varis sorunlarında son yıllarda tedavi yöntemleri arttı. Uzmanlar ise varis tedavilerinde nüks oranı en düşük ve konforlu tedavilerin üzerinde durmak gerektiğine vurgu yapıyor. Konu ile ilgili bilgi aldığımız Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko güncel varis tedavileri ile ilgili bilinmesi gerekenleri anlattı.
Variste nüks oranlarına değinen Prof. Kalko,” Varis çok sık görülen bir damar hastalığı ve henüz kesin bir tedavisi bulunabilmiş değil. Bundan dolayı pek çok yöntem geliştiriliyor. Ancak bu yöntemler arasında varisi tamamen sonlandıracak bir yöntem söz konusu değil çünkü varis hastalığı nüks edebilen bir hastalık. Bundan dolayı varis tedavilerini seçerken ya da varis hakkında araştırma yaparken nüks oranı en düşük ve konforlu tedavilerin üzerinde durmak gerekir. Biz tedavilerde açık ameliyatları çok özel durumlar haricinde tercih etmiyoruz. Hem uygulaması zor hem de nüks oranı yüksek ve hastanın sosyal yaşantısına dönme süresi uzun. İnsanlar artık ameliyatlardan ya da uygulamalardan hemen sonra ayağa kalkmak ve sosyal yaşantısına geri dönmek istiyor.” dedi.

Tutkalla Yapıştırma yönteminde elastik bandaj ve varis çorabına gerek kalmıyor.

ABD’de geliştirilen ve bir süredir Türkiye’de uygulanan FDA onaylı Tutkalla Yapıştırma yöntemine değinen Yusuf Kalko,” Tutkalla Yapıştırma yönteminde pille çalışan bir alet yardımıyla damarın içine ilaç veriliyor. Damarın içine bir kateter yardımıyla gönderilen küçük bir tel aracılığıyla ilacı verip yapıştırma işlemini gerçekleştiriyoruz. Bu yöntemle emboli riski yani pıhtı kaçma riski de ortadan kalkıyor. Özellikle diz altına dökülen damarlarda ve iç varislerde son derece başarılı bir yöntem. Diğer teknikler diz altı damarlarında yetersiz kalıyor çünkü bu bölgede sinir hasarı ve sinir hassasiyeti görülüyor. Yöntem ayrıca lokal anestezi ile yapıldığı için uygulama sonrası hasta hemen sosyal yaşantısına dönebiliyor. İşlem sonrası hastalar elastik bandaj ya da varis çorabı kullanmak zorunda kalmıyor. İşlem 10-15 dakikada tamamlanıyor. Hamilelikte varis oluşumu artıyor. Doğumda hemen sonra emzirme döneminde kadınlar bu teknikten faydalanabilir, bebeğe hiçbir zararı yoktur. Yaşlılar da aynı şekilde bu teknikten rahatlıkla faydalanabilir.” ifadelerini kullandı.

Köpükle Püskürtme yöntemi diz altına dökülen damarlar ve iç varislerde avantaj sağlıyor.

Köpükle Püskürtme Yönteminin avantajlarına ve dezavantajlarına da değinen Prof. Kalko, ”Köpükle püskürtme yöntemi pille çalışan bir alet yardımı ile damarın içine ilaç verilmesi ile gerçekleşiyor. Damarın içine bir kateter yardımı ile gönderilen küçük bir tel 360 derece dönerek damarın duvarlarında hasar yaratıyor ardından o damarın içine köpüğü veriyoruz ve damar tekrar açılma olasılığı olmaksızın çöküyor. Bu yöntemle emboli riski yani pıhtı kaçma riski de ortadan kalkıyor. Özellikle diz altına dökülen damarlarda ve iç varislerde son derece başarılı bir yöntem. Diğer teknikler diz altı damarlarında yetersiz kalıyor. Çünkü bu bölgede sinir hasarı ve sinir hassasiyeti görülüyor. Her ne kadar tümesan anestezi yapılsa da bunun önüne çok geçilemiyordu. Ancak Köpükle Püskürtme Yöntemi bu bölgede diğer tekniklerle yaşadığımız sıkıntıyı çözdü. Yöntem ayrıca lokal anestezi ile yapıldığı için uygulama sonrası hasta hemen sosyal yaşantısına dönebiliyor. Tümesan anestezi de yapılmadığı için uygulama sonrası ödem ya da şişlik gibi durumlar da oluşmuyor. Çalışanların en büyük sıkıntısıdır zaman sorunu bu yüzden öğle tatillerinde hatta çay molalarında dahi yöntemi kullanabilirler. İşlem 10-15 dakikada tamamlanıyor. İlaç alerjisi olanlar dışında yöntemi herkes kullanabilir. Hamilelikte varis oluşumu artıyor. Doğumda hemen sonra emzirme döneminde kadınlar bu teknikten faydalanabilir, bebeğe hiçbir zararı yoktur. Yaşlılar da aynı şekilde bu teknikten rahatlıkla faydalanabilirler. Ancak damarı çok geniş olup her iki bacağa da uygulama gerektiren durumlarda biz uygulamadan kaçınıyoruz. Çünkü yüksek dozda ilaç vermek istemiyoruz. Bundan dolayı tek bacak için yöntemin daha uygun olduğunu düşünüyorum.” şeklinde konuştu. 

Hangi yöntem daha avantajlı?

Uygulanan varis tedavi yöntemlerinin ayrıntılarına, avantajları ve dezavantajlarına dikkat çeken Prof. Dr. Yusuf Kalko,” Lazer ve radyofrekans yöntemleri çıktıklarında çok ses getirmişlerdi. Çok yüksek enerjili sistemler oldukları için kontrolü ve güvenliği daha az bu sistemlerin. Varis tedavilerinde Tümesan anestezi dediğimiz yöntemle uygulamanın neden olabileceği yanıkları önlemek için bir çeşit soğuk serum uyguluyoruz. Bu uygulama özellikle lazer ve radyofrekansta çok gerekli aksi halde çok ciddi yanıklara neden olabilir. Aynı yöntemi lazer kadar derine olmasa da buhar tedavisinde de uyguluyoruz fakat Buhar Tedavisi diğer yöntemlere nazaran yan etkisi çok daha az bir yöntem. Köpükle Püskürtme Yönteminde ise Tümesan anesteziye gerek kalmıyor. Özellikle bizim yüzeyel damar dediğimiz ayağın iç bileğinden kasığa kadar giden uygulamalarda biz bu tür uygulamaları çok rahat yapabiliyoruz ama ayağın dış tarafından diz çukuruna dökülen varislerde ve iç varislerde gerek lazer gerek buhar tedavisi, gerek radyofrekans maalesef sinir hasarları yapabiliyor. O bölgede sinir damara çok yakın geçiyor ve damar biraz daha yüzeysel olduğu için hasarlar, uyuşmalar ya da hastalarda sıkıntılar olabiliyor. Bu durumda Köpükle Püskürtme Yöntemi çok avantaj sağlıyor.” şekline konuştu.

Varis Nedir?

Varis bir damar hastalığı olup, kanı akciğer ve kalbe taşıyan toplardamarların ilerletici bir şekilde genişlemesidir. Genç yaşlarda görülmeye başlayan varis sorunları 20 - 35 yaş arası yaş grubunda yüzde 30, 55 - 65 arası yaş grubunda ise yüzde 50 oranlarında görülür. Kadınların yanı sıra erkeklerin de yaşadığı bir sorundur. Hastaların büyük bir kısmı varisi önemsemezler ancak ilerleyen yıllarla birlikte kendini gösteren şiddetli ağrılar sonucu hekime başvurular. Varis ve Venöz yetersizlik hastalığının tedavisinin gecikmesi durumunda ise hastalığın yan etkileri görülebilir. Bunlar ayak ve bacaklarda şiddetli ağrılar, akıntılı ve kokulu geçmeyen açık yaralar olabildiği gibi nadir durumlarda da akciğere pıhtı kaçması sonucu ani ölümlere neden olabilir. Varis ve Venöz Yetersizliğin teşhisi damar sistemi muayenesi sonrasında yapılan Doppler ultrason ve gerektiğinde venografi adı verilen radyolojik tetkikler ile konur.

LEKE VE KIRIŞIKLIKLARIN ÇÖZÜMÜNDE “PLAZMA TEKNOLOJİSİ”…

Yaş alma ile ciltte meydana gelen sarkmalar, kırışıklıklar, leke ve izler özellikle kadınların korkulu rüyası. Ancak geliştirilen plazma teknolojisi ile bütün bunlardan aynı anda kurtulmak mümkün hale gelebiliyor.


Konu ile ilgili bilgi veren Dermatoloji Uzmanı Dr. Deniz Kaya,” Cilt ve göz kapağı sarkmaları, sivilce izleri, yara izleri, cilt lekeleri, siğil ve benler cilt güzelliğine gölge düşürebiliyor. Tüm bunların yok edilmesinde pek çok yöntem geliştirildi. Onlardan bir tanesi de plazma tekniği. Hem kırışıklıkların giderilmesinde hem cilt sıkılaştırmada hem de lekelerin giderilmesinde aynı anda çözüm sunan bir yöntem. Yöntem ayrıca ben ve siğillerin yok edilmesinin yanı sıra dövme sildirmede de etkili bir teknoloji. Yöntem cildin en üst tabakasına noktasal olarak uygulanarak uygulama alanını katı halden gaz haline geçirerek etki ediyor.” dedi.

Vücudun her alanına uygulanabilir.

Yöntemin vücudun her alanına uygulanabileceğine değinen Kaya,” Plazma teknolojisi lokal anestezi altında uygulanan bir yöntemdir. İşlem sonrası birkaç gün kabuklanma, kızarıklık ve hafif ödem görülebilir. Noktasal atışlı bir işlem olduğu için çevre dokular, kıl kökleri, sinirler ve kaslar etkilenmez. Duruma göre 1 ile 4 seans uygulanabilir. Benler tipine göre tedavi edildiği için mutlaka bir dermatoloğa muayene olarak ben aldırma işlemi yapılması gerekir.” şeklinde konuştu.

24 Ekim 2018 Çarşamba

İSTEDİĞİNİZ KİLOYA ULAŞTINIZ, PEKİ YA İSTEDİĞİNİZ VÜCUT ŞEKLİNE KAVUŞABİLDİNİZ Mİ?


Fit görünmek ve harika vücut hatlarına sahip olmak herkesin hayali. Peki buna kavuşmak sadece kilo vermekle bitiriyor mu? Çoğu zaman aşırı kilo vermeye bağlı olarak gelişen sarkmalar kişileri son derece rahatsız ediyor. Ancak bunun da çözümü var. Tüm detaylar Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Yavuz Başterzi ile yaptığımız röportajda…



Bariatrik ve Post-Bariatrik Cerrahi Nedir?

Bariatrik cerrahi diğer adıyla obezite cerrahisi ilaç, diyet ve egzersiz ile kilo veremeyen şişman / aşırı şişman (obez / morbid obez) kişilerin zayıflayabilmeleri için, genel cerrahlar tarafından uygulanan mide-bağırsak ameliyatlarıdır. Günümüzde giderek yaygınlaşan bu uygulamalarla kısa sürede yüksek miktarda kilo verebilmek mümkündür. İşte bu aşırı kilo vermenin sonucu olarak da birçok hastanın vücudunda gevşeme ve sarkmalar meydana gelir. Bariatrik cerrahi sonrası vücutta oluşan bu deformitelerin düzeltilmesi için plastik cerrahlar tarafından yapılan ameliyatlara da post-bariatrik cerrahi adı verilir.

Deri Neden Sarkar?

Deriye esnekliğini veren içerisindeki elastik liflerdir. Deriyi esneyebilen likralı bir kumaşa benzetirsek kumaştaki likra ile derideki elastik liflerin görevi aynıdır. Eğer kumaşı gereğinden fazla gerer ve uzun süre bekletirsek kumaşın eski boyutlarına dönmediğini, gevşek ve deforme bir şekil aldığını görürüz. Benzer durum derimiz için de geçerlidir. Aşırı kilolar nedeniyle elastik liflerin gerilmesi ve kopması kilo verme sonrasında derinin sarkmasının ve çatlakların temel sebebidir.

Post-Bariatrik Cerrahide Ne ve Ne Zaman Yapılmalıdır?

Yapılan egzersizlere ve hastanın deri kalitesine bağlı olarak vücudun her yerinde ve her hastada aynı miktarda deformasyon görülmeyebilir. Bu yüzden post-bariatrik cerrahi standart bir uygulama değildir, her hastanın ihtiyacı farklı olabilir. Genel olarak karın, memeler, üst kol ve üst bacak bölgesi sarkmaların en fazla görüldüğü bölgelerdir. Hastanın ihtiyacına göre bu bölgelere yönelik estetik amaçlı ameliyatlar tek tek veya birlikte yapılabilir. Yapılacak ameliyatın zamanlaması da son derece önemlidir. Öncelikle bariatrik cerrahiden sonra en az 18 ay geçmiş olması ve hastanın son 6 ayda sabit kiloda olması gerekir. Yani kilo verme süreciniz tamamlanmış, oluşacak sarkma ve deformasyonlar son şeklini almış olmalıdır.


Ameliyata karar verirken nelere dikkat etmek gerekir?

Post- bariatrik cerrahi uygulamaları her ne kadar estetik ameliyatlar kapsamında sayılsalar da kanımca bir onarım (rekonstrüksiyon) cerrahisi olarak kabul etmek gerekir. Dolayısıyla ameliyat sonrasında kalacak izler konusunda bilgi sahibi olmak ve kabullenmek son derece önemlidir. Üzerinde durulması gereken bir diğer konu da bu ameliyatların basit bir karın germe, meme dikleştirme vs. ameliyatından daha komplike olabileceğinin hem hasta hem de bu uygulamalara yeni başlayan cerrahlar tarafından bilinmesi gerektiğidir. Bu hasta grubu bir süredir yetersiz beslenen dolayısıyla eser element ve vitamin eksikliğinin sıklıkla eşlik ettiği, kansızlığın sık görüldüğü, hormonal ve bağışıklık sisteminde dalgalanmalar yaşayan hastalardan oluşur. Dolayısı ile kanama ve yara iyileşmesi probleminden enfeksiyonlara kadar olası birçok sorun önceden düşünülmeli ve önlem alınmalıdır. Bu yüzden bu ameliyatların tam donanımlı hastanelerde ve yeterli bilgi ve tecrübeye sahip plastik cerrahlar tarafından yapılması gerekir.

Meme ameliyatları: Kilo verme sonrası içi boşalan ve sarkan memelerin toparlanması için yeterli doku varsa, klasik meme dikleştirme ameliyatı yeterlidir. Ancak yeterli doku yok ise memeyi dolgunlaştırmak için küçük bir silikon implant ile kombinasyon gerekebilir.

Kol germe: Kol bölgesindeki sarkmalar fazla yağın liposuction yöntemiyle, fazla derinin de cerrahi olarak çıkartılmasıyla düzeltilebilir. Ameliyata bağlı izler kolun iç tarafında planlanarak gizlenebilir.

Bacak germe: Uyluk bölgesinin iç tarafında kalacak bir kesi ile fazla derinin çıkartılarak germe işleminin yapıldığı uygulamalardır. Bacak bölgesindeki yağlanma kilo verme ile tam olarak giderilememiş ise liposuction işlemi ile kombine edilir.

Karın germe: Karın bölgesindeki sarkan fazla derinin ve kalan yağ dokusunun ameliyatla çıkartıldığı uygulamalardır. İhtiyaç varsa karın kaslarının birbirine dikilmesi ile karın ön duvarının desteklenmesi veya fıtıkların düzeltilmesi uygulamaları da eş zamanlı olarak yapılabilir. Sonuçta gergin bir karın elde edilmiş olur.

Post bariatrik ameliyatlar kombine şekilde uygulanabilen ameliyatlar olup hastanın ihtiyacına göre planlama yapılabilir. İyileşme süreci hastaya ve yapılacak ameliyat kombinasyonuna göre değişmektedir. Bununla birlikte hastalar genellikle 1-3 hafta içerisinde sosyal ve iş hayatlarına geri dönebilmektedirler.

http://www.yavuzbasterzi.com.tr/

ERKEN TANI İLE AKCİĞER KANSERİ TEDAVİ EDİLEBİLİR…


Türkiye’de ve dünyadan en çok görülen kanserlerden olan akciğer kanseri çok korkulan kanserler arasında yer alıyor. Uzmanlar ise erken evrede tanısı konulan akciğer kanserinin tedavi edilebilir bir hastalık olduğuna vurgu yapıyor.


Başta sigara olmak üzere, genetik faktörler, yanlış beslenme şekli ve bazı riskli meslek grupları ile yaş faktörünün akciğer kanserinin görülmesinde önemli etkisi olduğuna dikkat çeken uzmanlar, her fırsatta erken tanının önemine vurgu yapıyorlar. Tüm kanserlerde olduğu gibi akciğer kanserinin de geç belirti verdiğine ya da hiç belirti vermediğine değinen uzmanlar özellikle ailede hikayesi olanların 40 yaşından sonra checkuplarını mutlaka düzenli olarak yaptırması gerektiğini vurgularken, tekrarlayan ve karakteri değişen öksürük ile kanlı veya iltihaplı balgamın da dikkate alınması gerektiğine dikkat çekiyorlar. Erken evrede akciğer kanserinin tedavi edilebilir bir hastalık olduğuna ve akciğer kanserinin artışındaki nedenlerine değinen Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan,” Akciğer kanserinin artışındaki en önemli faktör sigara tüketiminin artması, sigaraya başlama yaşının düşmesidir. Sigara akciğer kanseri gelişiminden yüzde 85-90 oranında sorumludur. Dolayısı ile sigara içenler içmeyenlere oranla 30 kat daha fazla risk altındalar. Sigara kullanma süresi, başlama yaşı, içilen sigara tipi, günlük sayısı da bunları etkilemektedir. Sigara bırakıldıktan sonra 15-20 yıl içinde akciğer kanseri gelişme riski sigara içmeyen kişilere yakın düzeye inmektedir. Pasif sigara içiciliği de akciğer kanseri riskini iki kat artırmaktadır. Bu nedenle akciğer kanserini önlemede yapılması gereken en öncelikli şey tütün ve tütün ürünleri ile mücadeledir. Diğer taraftan aile hikayesi de büyük önem taşıyor. Bundan dolayı ailesinde akciğer kanseri hikayesi olanların 40 yaşından sonra checkuplarını yaptırması gerekiyor. Çünkü erken evrede tanısı konulan akciğer kanserinin cerrahi ile tedavisi mümkün olabiliyor. Bundan dolayı belirtilere karşı uyanık davranmak gerekiyor. Özellikle tekrarlayan öksürük ve kanlı balgam gibi durumları ihmal etmemek gerekiyor.” dedi.

İleri evre akciğer kanserleri de tamamen umutsuz değil.

Tüm bu uyarılara rağmen akciğer kanserinin sinsi şekilde ilerleyen bir hastalık olduğunun altını çizen Demirhan,” Akciğer kanseri sinsi ilerlediğinden ve genellikle ileri evrede belirti verdiğinden tanı aşamasında gecikmeler yaşanabiliyor. Bu da kanserin tedavi aşamasını sekteye uğratıyor. Ancak geliştirilen multidisipliner tedavi yaklaşımları uygun ileri evre akciğer kanseri hastalarına da umut olabiliyor. İleri evre akciğer kanseri 3’üncü ve 4’üncü evre değimiz evrelerdir. Evre 3 hastalık lokal ileri dediğimiz, kanserin olduğu yerden biraz daha komşu dokulara girmiş ve lenf nodlarını tutmuş halidir. Evre 4 ise uzak organ metastazı yapmış kemik, karşı akciğer, böbrek üstü bezleri, beyin ve karaciğere metastaz yapmış halidir. Bu belirtilen bölgeler akciğer kanserinin en sık yayılım yaptığı yerlerdir. Hastaya böyle bir tanı konduğunda izlenecek tedavi yolu şöyledir. Eğer 3’üncü ve 4’üncü evre tespit edilmişse burada hücre tipi çok önemlidir. Hücre tipinde adenokarsinom dediğimiz hücre tipi çıkmışsa bunlarda bazı genetik testler yapılarak hedefe yönelik tedaviler yapılabilir. Adenokarsinomda genetik testler sonrası yapılan tedaviler nokta atışlı tedavilerdir. Kemoterapi alınabiliyor ve yerine göre örneğin beyinde metastaz varsa radyoterapi uygulanabiliyor veya göğüs kafesi içinde radyoterapi uygulanarak akciğer kanseri evresi gerileyebiliyor. Yine lenf bezinden dolayı evre 3’e girmiş bir kanserde tedaviden sonra özellikle bir lenf bezi tutulumu varsa orada onun yeniden evrelenerek evvelden tümörün olduğu yerin kemoterapi ya da radyoterapiden sonra yok olduğunu görebiliyoruz. O zaman ameliyat şansımız doğuyor. Ama bir istasyon olduğu zaman cerrahi şansımız yüksek. Eğer bir istasyondan fazla tutulum varsa başarı şansı düşüktür cerrahi seçilmiş  hastalarda gündeme gelebilir. Tüm bu tetkikler dikkatle ve titizlikle incelendikten sonra hastanın durumu uygunsa multidisipliner bir yaklaşımla tedavi planlanır.” şeklinde konuştu

Hastalık yok hasta var.

Hastalığın ve tedavinin seyrinde moral ve motivasyonun büyük önem taşıdığına dikkat çeken Dr. Demirhan,” İleri evre akciğer kanseri vakalarında gerileme olduğunu gözlemliyoruz ancak hastalık yok hasta var mantığını unutmamak gerekir. Tümör de insanlar gibidir. Aynı kanser türü farklı insanlarda farklı seyir gösterebilir. Kimisi çok saldırgan ve agresif seyrederken kimisi de çok yavaş ve stabil seyreder. O yüzden tedaviden hiçbir zaman vazgeçmemek lazım, şansım yok diye düşünüp moral bozmamak lazım. İnsanların direnmesi gerekir bu hastalığa.” İfadelerini kullandı.

HABER: ŞÜKRİYE ÖZGÜL