20 Kasım 2019 Çarşamba

FELÇ ATAĞI İHMAL EDİLMEMELİ…



Basit bir göz kararması, baş dönmesi, elde ve kolda meydana gelen anlık güçsüzlük ile bir anda elden bardağın düşmesi, ayakta güçsüzlük ve geçici görme kaybı gibi belirtiler şah damarı kaynaklı inmeyi işaret ediyor olabilir. Uzmanlar bu belirtilerden herhangi birinin yaşanması durumunda mutlaka uzmana başvurmak gerektiğinin ve tedavisinin yapılması gerektiğinin altını çiziyor.
58 yaşındaki Atilla Kılınç 2 yıl önce benzer şikayetlerle doktora başvurduğunda yapılan anjiyodan sonra stent takılması gerektiği söylendi kendisine. Ancak Kılınç’ın tedavisini ihmal etmesi sonucu geçtiğimiz günlerde baş gösteren felç atakları sol kolunda ve sol bacağında inmeye neden oldu. Damarı tıkayan plakların aşırı yumuşak olmasından dolayı stent alternatifi tamamen ortadan kalkan hastaya Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko ve ekibi açık ameliyatla müdahale etti. Başarılı bir ameliyatın ardından yüzde 98 tıkalı olan şah damarı açılan hasta sol kolunu ve bacağını hareket ettirmeye başladı. Şikayetlerinin baş ağrısı ile kendini gösterdiğini ifade eden Atilla Kılınç,” Çok ciddi baş ağrısı şikayetim vardı. Bir süre sonra sol kolumu hareket ettirememeye başladım. Yakınlarım ambulans çağırdı ve hastaneye götürüldüm. Burada ikinci defa felç atağı geçirdim. Bu sefer sol bacağımı da hareket ettiremeye başladım. Hemen Anjiyo yapıldı ancak sonuç alınamadı. Damarlarımdaki plakların çok yumuşak olmasından dolayı başka bir müdahale yapılamayacağı söylendi. Yoğun bakımda kaldım bir süre. Bu süre zarfında yakınlarım Yusuf hocaya ulaşmışlar. Tetkiklerden sonra ameliyatımı yağabileceğimi söyledi. Artık ihmal etme durumum söz konusu olmadığı için hemen ameliyat olmayı kabul ettim. İyi ki kabul etmişim. Ameliyattan sonra sol kolum ve bacağım hareket etmeye başladı. Tedavimin hastanede tamamlanmasının ardından da yürüyerek evime gittim.” dedi.
Başarılı bir ameliyatla şah damarı açıldı.
Atilla Kılınç’ın ameliyatını yapan Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko hastayı değerlendirerek,” Hastanın sağ şah damarı yüzde 98 tıkalıydı. Birkaç yıl önce de benzer bir atak geçirmiş hastamız. Eğer o zaman tedavisini yaptırsaydı böyle bir durumla karşılaşmayabilirdi. Bu yüzden inme belirtileri konusunda biz sık sık uyarılarda bulunuyoruz. Baş dönmesi, geçici görme kaybı, kolda ve bacakta güçsüzlük, geçici şuur kaybı ve konuşma bozukluğu gibi belirtileri dikkate almamız hayati önem taşıyor. Bu belirtiler genelde geçiştiriliyor ve bundan dolayı tedaviler gecikebiliyor. Oysa ki inme bugün ülkemizde ve dünyada ölüm oranlarının başında geliyor. Bu yüzden kesinlikle ihmal edilmemeli. Atilla bey de ihmal etmiş. Bize geldiğinde sol kolu ve sol bacağı hareket etmiyordu. Meslektaşlarımız stente uygun olmadığını söylemişler. Bu doğru. Çünkü damarını tıkayan plaklar çok yumuşaktı. Böyle bir durumda stent takılması mümkün olmamaktadır. Biz de inme cerrahisi yöntemi ile ameliyat etmeye bu yüzden karar verdik. Lokal anestezi ile şah damarını açarak plakları temizledik. Ancak bu plağın bu derece yumuşak olması bizim de ameliyatımızın riskini arttırıyordu. Normalde yüzde 1-2 riskle yapıyoruz bu ameliyatları. Atilla beyi yüzde 5 riskle opere ettik. Çok şükür her şey yolunda gitti ve damarı plaklardan temizledik. Ameliyattan hemen sonra hasta sol kolunu ve bacağını hareket ettirmeye başladı. Taburcu olduğunda da yürüyordu. Ancak tekrar ediyorum. İnme ciddi bir rahatsızlık. Görülme oranları günden güne arttığı gibi görülme yaşı da genç yaşlara kadar indi. Bu yüzden sıraladığım belirtileri yaşayan mutlaka uzmana başvurmalı. Ailesinde inme hikayesi olanlar 40 yaşından sonra mutlaka her yıl şah damar ultrasonu yaptırmalı. Aile hikayesi olmayan ancak sigara, stres, sağlıksız beslenme, hareketsizlik gibi olumsuzlukları barındıranlarında 50 yaşından sonra mutlaka her yıl düzenli şah damarı ultrasonu yaptırmaları gerekir.” şeklinde konuştu.


KORKUTAN HAVA KİRLİĞİ UYARISI: “AKCİĞER KANSERİ RİSKİNİ ARTTIRIYOR”…



Uzmanlar uyardı! Metropol şehirlerde yoğun trafik ve sanayinin yol açtığı hava kirliği akciğer kanserini tetiklerken kentsel dönüşüm kapsamında eski binaların yıkımına bağlı olarak ortaya çıkan kanserojen toz parçacıkları (asbest) akciğer zarı kanserine zemin hazırlıyor.

17 Kasım Dünya Akciğer Kanseri Günü nedeni ile çarpıcı açıklamalarda bulunan Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan hava kirliliğinin artış göstermesi ile ortaya çıkan tehlikeye dikkat çekti. Demirhan,” Hava kirliliği akciğer kanseri ve kronik akciğer hastalıklarının gelişiminde çok ciddi bir risk faktörüdür. Artık yaşadığımız her ortamın temizliği şüpheli hale gelmiştir. Metropol kentlerde bu daha da belirgin hale gelmekte hatta Anadolu’nun bazı il ve ilçelerinde de özellikle kış aylarında hava kirliliği artmaktadır.”dedi.

Kentsel dönüşümden dolayı büyük şehirlerde Maling Mezatelyoma riski artıyor.

Asbeste bağlı gelişen en tehlikeli kanseri türlerinden Mezotelyoma’nın önümüzdeki yıllarda çok ciddi bir risk oluşturabileceğinin altını çizen Doç. Dr. Özkan Demirhan,” Şu an yaşadığımız şehir olan İstanbul’da da yoğun trafik ve sanayinin yol açtığı hava kirliğinin yanı sıra kentsel dönüşümde eski binaların yıkımına bağlı ortaya olarak çıkan kanserojen toz parçacıklarının (bunlardan en sık olanı ve bilineni özellikle asbest) akciğer zarı kanseri ve akciğer kanseri riskini artırmaktadır. Akciğer zarı kanserinin (malign mezotelyoma) en önemli nedeni olan asbest, asbestin yoğun bulunduğu beyaz toprağın özellikle belli yörelerde sık kullanımından dolayı lokal (bölgesel) olarak rastlanmakta idi. Ancak günümüzde bu risk kente göçten dolayı azalmıştır. Yaşadığımız bu dönemde özellikle kentsel dönüşümden dolayı bu risk artık şehirlerde daha fazladır. Çünkü 2010 yılında asbest yasaklanmadan önce ısıya ve yıpranmaya dayanıklı asbestli maddelerin kullanımı çok yoğun idi. Bundan dolayı önümüzdeki son 20-50 yıl içinde akciğer zarı kanseri (malign mezotelyoma) hastalığında artış olacaktır. Bir diğer risk grubu da gemi işinde çalışanlardır.” şeklinde konuştu.

Eski binaların yıkım esnasında yetkililerin ciddi tedbirler alması gerekiyor.

Kentsel dönüşüm kapsamında eski binaların yıkımı esnasında yetkililerin ciddi önlemler alması gerektiğine dikkat çeken Demirhan sözlerine şöyle devam etti. “Burada yetkililere çok önemli iş düşmektedir. Kentsel dönüşümde yıkım esnasında gerekli tedbirleri maksimum düzeyde almalı. Başta yıkım işinde çalışanların kirli, tozlu havaya maruz kalmamalı sağlanmalı. Yıkımın olabildiğince havayı kirletmemesi için gereken özen gösterilmelidir.”
 
Açık havada spor yapanlar dikkat!

Açık havada spor ya da sağlık için yürüyüş yapanlara çok ciddi uyarılarda bulunan Doç. Dr. Özkan Demirhan,” Spor sağlıklı yaşamanın bir parçasıdır. Ancak sağlıklı olalım derken hava kirliliğinin yoğun olduğu trafik yoğunluğu olan yerlerde, kentsel dönüşümün yoğun olduğu yerlerde kanserojen maddelere maruz kalmamak için dikkat etmek gerekir. Bu ortamlarda spor yapmayı bırakın yaşamak bile tehlikeli hale gelmektedir. Evimizi değiştirme imkanımız her zaman olmamaktadır bu nedenle sporumuzu daha temiz alanlarda yapmalı ve saatlerine dikkat etmeliyiz. Sabah saatlerinde mümkünse ormanlık alanlarda yürüyüş yapmak gerekir. Hava durumuna da dikkat edilmesi gerekir. Rüzgar ve yağmurun olmadığı yüksek basınçlı havalarda kirlilik daha da fazla olmaktadır. Bu yüzden bu tarz havalarda açık havada spor yapmamaya dikkat etmek gerekir. Spor yaparken solumun kaslarımız maksimum kapasite ile çalışmaktadır bu nedenle ortamda bulunan hava ve bunun içindeki küçük partikülleri normalden daha fazla teneffüs eder ve akciğerimizin daha derinlerine doğru çekeriz. Bu yüzden sporumuzu daha temiz şartlarda yaparak vücudumuzun daha sağlıklı kalması için uygun saat, uygun hava, uygun konumda yapmamız gerekmektedir. Aksi takdirde sağlığımızı tehlikeye atarız. Sağlık için spor, hastalık için hava kirliliği birbirine zıt olan durumlardır. Hangisine daha fazla maruz kalırsak savaşı kazanan taraf o olur.” dedi.

14 Kasım 2019 Perşembe

KIL DÖNMESİNE “KRİSTALİZE FENOL” YÖNTEMİ İLE AMELİYATSIZ ÇÖZÜM…




Pilonidal Sinüs rahatsızlığı çoğunlukla 15-35 yaş arası genç erkekleri etkiliyor. Ağrı, şişlik, kanlı akıntı, kaşıntı gibi şikayetlerle baş gösteren ve yaşam kalitesini olumsuz etkileyen kıl dönmesi nasıl bir rahatsızlık, belirti ve tedavi yöntemleri neler?
Konu ile ilgili bilgi veren Medigold Sultan Hastanesinden Genel Cerrahi Uzmanı Op. Dr. Fatih Kar,” Halk arasında kıl dönmesi olarak bilinen Pilonidal Sinüs hastalığının 15-35 yaş arası erkekleri etkileyen oldukça yaygın bir rahatsızlıktır. Genel olarak erkeklerde yüzde 1, kadınlarda yüzde 0.1 oranında görülüyor. Türk toplumunda bu oran erkeklerde yaklaşık yüzde 10’lara çıkabiliyor, bu da Batı toplumlarına nazaran 10 kat daha fazla görüldüğünü gösteriyor bize. Özellikle hareketsiz kalan, masa başı çalışan, bilgisayar bağımlısı, uzun saatler araç kullanan, dar kıyafet tercih eden, aşırı kıllı vücuda sahip erkeklerde görülme oranları daha fazla.” dedi.

Psikolojisi bozularak aylarca evden çıkmayan hastalar var.”
Pilonidal Sinüs rahatsızlığının hem kişinin psikolojisini hem de sosyal yaşantısını olumsuz etkilediğine değinen Kar,” Hasta hekime genelde kuyruk sokumu bölgesinde ağrı, şişlik, kanlı akıntı, kaşıntı, popo üzerine oturamama gibi şikayetlerle başvuruyor. Hastalığın temeldeki nedeni ise kuyruk sokumundaki çökük olan kısımda kıllı ve terli oluğa takılıp sürtünmelerle, oluğun en dibindeki ter bezi deliklerinden vida ya da matkap gibi dönerek, cilt altı yağ dokusu içine hissettirmeden girmesi, delikler açması ve bu deliklere giren bakterinin de katkısı ile etrafının iltihaplanmasıdır. Buna bir de aşırı kıllanma ve kişisel temizlik eksikliği de ilave olduğu takdirde kıl dönmesi sorunu kronikleşiyor. Tüm bunlar kokuya ve çamaşırların kirlenmesine de neden olarak bireyin yaşam kalitesini ciddi anlamda olumsuz etkiliyor. Öyle ki bu hastalık nedeniyle çok kez ameliyat olmak zorunda kalan ve psikolojisi bozularak aylarca evden çıkmayan hastalar var.” şeklinde konuştu.

Son yıllarda uygulanan “kristalize fenol” yönteminin sonuçları çok başarılı
Kıl dönmesine karşı alınacak önlemlere ve tedavi yöntemlerine değinen Op. Dr. Fatih Kar, ”Kıl dönmesinden korunmak için kişisel hijyene dikkat edilmesi, kuyruk sokumu bölgesindeki tüylerin temizliği, gerekirse bu bölgeye lazer epilasyon yapılarak potansiyel risklerin azaltılması çok önemlidir. Müdahale yapılarak bu hastalığın tedavisi yapılmış hastalarımızda da işlem sonrası lazer epilasyonu ısrarla öneriyoruz. Öte yandan hastalığın tedavilerinden bahsetmek gerekirse ameliyat bu seçenekler arasında ilk sırada yer alıyordu. Ancak son yıllarda geliştirilen pek çok yöntemle ameliyatsız yöntemler de başarılı sonuçlar vermeye başladı. Pilonidal Sinüs de birçok farklı rahatsızlıkta olduğu gibi tedavi planlaması hastalığın seyrine göre ve kişiye özel yapılmaktadır. Yaklaşık 5-6 yıldır Pilonidal Sinüs hastalığı olan kişi için ameliyatı öncelikli tercih olarak düşünmüyoruz. Eğer çok yeni bir hastalık gelişimi söz konusu ise sadece bilinçlendirerek lazer epilasyon ve hijyenin arttırılması yeterli olabiliyor. Biraz daha derin sinüslerin varlığında kılların temizlenmesi, sinüslerin lokal anesteziyle çıkarılması (mikro sinüsektomi) ya da kristalize fenol uygulaması düşünebiliyoruz. Bunlar ayakta, kısa, ağrısız olarak gerçekleştirilen tedaviler olarak kabul ediliyor. Bunların arasında ‘Kristalize Fenol’ en çok tercih ettiğimiz yöntemler arasında yer alıyor. Her 100 hastadan 85’inde bu teknikle başarı elde edebiliyoruz. Ameliyathane ortamı gerektirmeyen, poliklinik ortamında, uygun bir şekilde yapıldığında başarı şansı çok yüksek olan bir tekniktir. Kuyruk sokumu bölgesine steril ortam sağlanarak lokal anestezi ile bölgeyi uyuşturuyoruz, ardından da sinüslerin tamamını kıllardan ve bölgede oluşan iltihaplı dokudan temizliyoruz. Bu temizlik işlemi sonrası deliklerden hastalıklı bölgenin içine, iri tuz kristallerine ya da naftaline benzeyen görünümde olan kristalize fenolü koyuyoruz. ‘Kristalize Fenol’, yarayı temizleme etkisi ile sinüslerin içlerini tam anlamıyla tıkanan lavaboları açmakta kullandığımız lavabo açıcılar gibi temizliyor ve bir iyileşme-kapanma sürecini başlatıyor. İşlem ağrısız olarak gerçekleştiriliyor, ortalama 10-15 dakika sürüyor ve hastanede yatış gerektirmiyor. Hastalar işlemden sonra normal günlük aktivitelerine devam edebiliyorlar ertesi gün de banyolarını yapabiliyorlar.” şeklinde bilgi verdi.


11 Kasım 2019 Pazartesi

HİSTAMİN ALERJİSİ İLE NASIL BAŞ EDEBİLİRİZ?



Deride kızarıklık, kaşıntı, hazımsızlık, hapşırma, göz sulanması ve döküntü gibi belirtiler veren Histamin alerjisi ile ilgili İç Hastalıkları ve İmmünoterapi Uzmanı Dr. Ülkü Görmez faydalı bilgiler paylaştı. Histamin elerjisinden şüpheleniyorsanız ne yapmanız gerekir? Histamin alerjisi tanısı konulduktan sonra hangi besinlerden uzak durmak gerekir hangi besinleri tüketmek gerekir? İşte o faydalı açıklamalar…
“Histamin alerjisi, alerji mekanizmalarının temel türlerinden biri olup bağışıklık sistemi hücrelerinin yanlış çalışmasından oluşur. Histamin, salgılandıktan kısa bir süre sonra kan damarlarını genişletmeye ve deride kızarıklık ve kaşıntıyı tetiklemeye başlar. Histamin alerjisi, kendisini kızarıklık ve kaşıntı haricinde, hazımsızlık, hapşırma, göz sulanması ve döküntüyle de belli eder. Kimi zaman ev ve çiçek tozları, hayvan tüyleri ve çeşitli kimyasallar bu alerjinin tetiklenmesine yol açabilir.
Diaminoksidaz (dao) üretiminin durması sadece ince bağırsaktaki bir sorundan değil, vücuttaki bazı vitamin ya da çeşitli maddelerin eksikliği ya da fazlalığı durumunda da ortaya çıkabilir. B6 ve C vitamini eksikliği, aşırı histamin tüketimi, vücutta toksik madde artışı (kalın bağırsakta mantar oluşumu ya da midede ülsere sebebiyet veren bakterilerin oluşumu sonrası toksik madde artışı görülür.) Diaminoksidaz üretiminin düşmesine sebebiyet verir ve histamin vücutta tek başına alerjik rahatsızlıklara sebep olur.
Histamin artışı yapan gıdalara dikkat!
Şarap, bira, tüm alkollü içecekler, yıllanmış peynir (gouda, permesan , gravyer, eski kaşar, küflü peynir vs), maya içeren gıdalar, lahana turşusu başta olmak üzere turşular, ıspanak, domates, yoğurt, zeytin, krema, mayonez, ketçap, hardal, sirke ve sirke içeren tüm soslar, konserve yiyecekler, salam sosis pastırma , işlenmiş etler, füme et, balık, tavuk, hindi, patlıcan, mantar, avokado, uskumrugiller, hamsi, ton balığı, beklemiş meyve suları ve bazı ilaçlar
Alerji semptomlarını ağırlaştırabilen ve vücudun histamin salgısını arttıran besinler:
Muz, süt, çikolata, deniz ürünleri, çilek.
Histamin allerjimiz olduğundan şüpheleniyorsak önce bir doktora giderek muayene olmalı testler yaptırmalı tanımızı kesinleştirmeliyiz. Tanımız kesinleştikten sonra yukarıda bahsedilen gıdalardan uzak durmalı ve bazı gıdaları da beslenme menümüzde arttırmalıyız.
Antihistaminik gıdalar (histamin allerjisini yenmek için tüketebileceğimiz gıdalar):
Vitamin C kaynağı turunçgiller, kivi, maydanoz, kuşburnu, soğan, sarımsak, elma, kuru baklagiller, böğürtlen, omega3-6 kaynağı besinler, ısırgan otu, papatya, meyan kökü (lisorice), kekik, lavanta çayı ve yeşil çay.”


6 Kasım 2019 Çarşamba

KEMİK TOZUNDAN GELEN GÜZELLİK…




Ciltte zamanla meydana gelen düşmeler ve sarkmalar hepimizin ortak sorunu. Tüm bunlar sadece gençliğimize gölge düşürmekle kalmıyor aynı zamanda daha üzgün, daha yorgun hatta daha mutsuz bir yüz ifadesine bürünmemize neden oluyor. Böyle durumlarda da çareyi medikal estetik ya da estetik cerrahi uygulamalarında arıyoruz. Geliştirilen pek çok yöntemden bahsedebiliriz ancak son dönemin gözde uygulamalarından biri Mineral Doldu Radiesse. Kemik tozu uygulaması olarak adlandırılan yöntem adeta mucizevi sonuçlar veriyor. Özellikle yanak belirginleştirme ve kaldırma ile çene ucu belirginleştirmede kullanılan yöntem aynı anda hem yüz hatlarını toparlıyor hem de cildi canlandırıyor. Konunun ayrıntılarını İstinye Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstürkiktif ve Estetik Cerrahi ABD Başkanı Doç. Dr Harun Çöloğlu anlattı.

“Geçtiğimiz 10 yıl boyunca  yüze uygulanan dolgu maddelerinde yaşanan kötü tecrübelerden sonra FDA (Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi) bazı komplikasyon riski yüksek dolgu maddelerinin Amerika’da kullanımını durdurdu. Bazı dolgu maddeleri, hastaların yüzlerinde kalıcı problemler neden oldu ve kötü görünümler meydana geldi. Ayrıca bu tür uygunsuz dolgular sadece sertleşmekle kalmayıp zamanla enfekte olmakta, nadiren konuldukları yerlerde kalmayıp yüzde yer değiştirmekteydiler. İşte burada FDA’nın da izni olduğu güvenli olarak kullanılabilen kemik tozu Radiesse dolgudan bahsedeceğiz.

Deri kalitesini arttırır ve sıkılaştırır.

İçerik olarak deri altı minerallerden ayrıştırılarak elde edilen, Kalsiyum Hidroksiapatit kürecikleri (kemik tozu) olan bir dolgu maddesidir. Pasifik okyanusundaki mercanlardan elde edilen doğal bir kireç içeriyor. Dolgu olarak uygulandığında hastanın kendi doğal kollajen üretimini arttırır.  Deri kalitesi artar ve sıkılaşır. Sarkan kısımlarda belirgin toparlanma olur. Ayrıca piyasadaki dolgular arasında kaldırma (Lifting) etkisi en büyük olan dolgudur. 

Diğer dolgulara nazaran etki süresi iki kat daha fazladır.

Maliyeti diğer doğulara (Hyaluronik asit bazlı) göre yüksektir ama etki süresi iki katıdır, hem de en az iki katı kaldırma ve hacim sağlar. Yani fiyat- performans olarak çok iyi bir dolgu.
Özellikle yanak belirginleştirme, kaldırma ve çene ucu belirginleştirmede kullanılmaktadır. İşlem yapılır yapılmaz etkiyi görebilirsiniz. Etki süresi ortalama 2 yıl kadardır. Aynı zamanda el sırtı kırışıklığını düzeltme de, nazolabial sulkus belirginliğini azaltmada, marionette çizgilerini, akne skarlarını, vertikal dudak çizgilerini gidermede kullanılabilir.

Çene ve elmacık kemiği protezlerini gölgede bırakan bir yöntem.

Artık çoğu hastada çene ve elmacık kemiği protezlerine gerek kalmıyor, burun ameliyatları sonrasında oluşan deformasyonlar için yeni bir operasyona ihtiyaç duyulmuyor. Radiesse’nin en önemli özelliklerinden biri hacim artırıcı etkisidir. Önceki yıllarda ameliyatla takılan çene ve elmacık kemiği protezlerini de ortadan kaldıracak bu yöntemi, hastalar da pratik olması nedeniyle tercih ediyor.

Uygulama sonrası etki hemen görülüyor, kişi hemen sosyal yaşantısına dönebiliyor.

Deri bir lokal anesteziyle uyuşturulduktan sonra Radiesse, ince bir iğneyle yüz derisi altına mümkün olduğu kadar derine uygulanıyor. Radiesse’in diğer dolgu maddelerinden farklı olarak kemiğe yakın olarak uygulanması veya çok katmanlı (multilayer) yapılması gerekiyor. Bu sayede dışarıdan belli olmayıp doğal bir görünüm sağlıyor. Radiesse uygulamasından sonra sonuç hemen görülür ve hasta günlük yaşantısına dönebilir. Bu uygulama sonucu, yaşlanma sonucu azalmış olan yüz dokusu yerine konuyor ve yüzünüzdeki oranlar ideal ölçülere ulaşıyor.”




BACAKLARDA ŞİŞME VE AĞRI AKCİĞER KANSERİ BELİRTİSİ OLABİLİR…




Bacaklardaki ağrı ve şişme şikayeti akciğer kanseri belirtisi olabilir. Göğüs Cerrahisi Uzmanı Doç. Dr. Özkan Demirhan konu ile ilgili önemli açıklamalarda bulundu.

 

“Akciğer kanserli hastalarda toplardamar tıkanıklıkları çok rastlanan bir durum. Bu yüzden bacaklarda ağrı ve şişme şikayetlerini dikkate almak gerekiyor. Derin ven trombozu denilen bu durum zamanında önlem alınmazsa akciğer embolisine neden olup hayati sonuçlar doğurabiliyor. Kanserli hastalarda toplar damar tıkanıklıklarına çok sık rastlıyoruz. Kanser hastalarının kanındaki yapısal bozukluklar, pıhtılaşmaya olan eğilimlerden dolayı toplar damarlarda pıhtılaşmadan dolayı sıkıntılar yaşanabiliyor. Özellikle akciğer kanserli hastalarda toplar damar tıkanıklığı akciğer kanserinin bir işareti olabiliyor. Bu nedenle bacaklardaki şikayetleri atlamamak gerekir. Derin ven trombozu dediğimiz bacaktaki toplar damar tıkanıklığından dolayı bacaklarda şişme ve ağrı meydana geliyor. Bu bize direkt kansere bağlı bir pıhtılaşma bozukluğunu gösterebiliyor.
Mutlaka önlem alınması gerekir!

Bazen buradaki pıhtıların akciğere gitmesi sonucu akciğer embolisi dediğimiz çok ciddi durumlara da yol açabiliyor. Bu yüzden tedbir erken alınmalı. Akciğer kanserinin teşhisi konmuş hastalar ameliyat esnasında, ameliyat sonrası hatta ameliyat olamayacak hastalar da dahi toplardamar tıkanıklıkları medyana gelmekte. Hastalar kanserden kaybedilmese bile toplardamar pıhtılaşmasından kaybedebiliyor. Bu pıhtılaşmalar mutlaka hekim kontrolünde medikal tedavi ile tedavi edilmektedir. Tedavi seçenekleri arasında başta kan sulandırıcılar olmak üzere ağızdan alınan ilaçlar, cilde yapılan iğne, damardan verilen kan sulandırıcılarla ve antiembolik çoraplarda kullanılmakta. Nadir durumlarda ana toplar damara filtre konulmakta.”

DOĞUM VE SPOR KADINLARI DAMAR HASTALIKLARINA KARŞI KORUYOR…



Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Yusuf Kalko, kadınları damar hastalıklarına karşı koruyacak reçeteyi açıkladı. İşte alınması gereken önlemler…
Hareketli yaşam ve doğru beslenmenin olduğu kadar doğumun da kadıların damar hastalıklarına karşı korunmasında önemli bir etken olduğuna dikkat çeken Dr. Kalko,” Hareketli yaşam ve spor kadınların yaşam şekli haline getirmesi gereken en önemli faaliyeti olmalı. Kadınlar menopoza kadar güvendeler. Östrojen hormonu damar sertliğine karşı kadınlarda adeta bir kalkan görevi görüyor. Kadınları koruyan bir diğer önemli etken de doğum. Doğum kadınlarda damar hastalıklarından korunma konusunda ciddi bir siper çünkü doğumla birlikte vücut yenileniyor ancak doğum sonrası kiloların mutlaka verilmesi gerekir. Çünkü biliyoruz ki, göbek çevresi yağları kalp krizi ve inmelerin en büyük tetikleyicilerinden. Ayrıca düzenli ve sağlıklı beslenme de önlem almada önemli etkenler arasında yer alıyor.” dedi.
Menopoz sonrası döneme dikkat!
Menopoz sonrası dönemde koruyucu kalkan olan östrojenin görevini yapamamaya başladığını ve özellikle damar hastalıkları açısından ciddi tehdit oluşturduğunu ifade eden Yusuf Kalko,” Bu dönemde kadınlarda kalp krizi, şah damarına bağlı felç, kontrolsüz yüksek tansiyon gibi durumlara çok sık rastlıyoruz. Bu hastalıkların seyrinin ağır ilerlemesinde en büyük etken sigara kullanımı. Günümüzde yasakların da etkisi ile gençlerde sigara kullanımının önemli ölçüde düştüğünü gözlemliyoruz ancak 70-80 kuşağı maalesef sigaradan vazgeçmiyor. Bu olumsuz alışkanlığa hareketsizlik, fazla kilo, özellikle doğum sonrası göbek çevresinin yağlanması gibi faktörler de eklendiğinde bu sefer insülin direnci artıyor. Biliyoruz ki, şeker damar sertliğini en olumsuz etkileyen nedenlerden biri. Öte yandan bazı özel durumlarda menopoz öncesi de yani genç yaşta da bazı damar hastalıklarına rastlayabiliyoruz. Bunlar Marfan sendromu ya da kolesterole bağlı çeşitli hastalıklardır. Menopoz öncesi damar hastalığı görülmüşse mutlaka bu açıdan incelenmeleri gerekir.” şeklinde konuştu.